Mezun Röportajı: Dr. Öğr. Üyesi Onur PARLAK/Karolinska Enstitüsü

Enstitümüz Kimya Bölümü, Lisans (2009) ve Yüksek Lisans (2011) mezunumuz Dr. Onur Parlak, partner olduğu projesi ile, Avrupa İnovasyon Konseyi (EIC) tarafından desteklenen 56 proje arasına girerek 1 Milyon Euro’luk destek aldı (Projenin aldığı toplam destek: 3,7 Milyon Euro).

Bültenimizin bu sayısında Dr. Onur Parlak ile öğrenim sürecini, İYTE’li olmanın kendisi için anlamını, İYTE öğrencilerine tavsiyelerini, başarısına katkı sunan etkenleri ve gelecek projelerini konuştuk.

Lisans ve Yüksek Lisans Kimya Bölümünde tamamladınız. Üniversite tercihi yaparken  bölümünüzü ve İYTE’yi tercih etmenizin en önemli nedenleri nelerdir?

Çocukluk hayalim aslında subay olmaktı çok da bilinçli alınan bir karar değildi tabii  ama üniversiteye hazırlanırken bu hedeften biraz sapmış oldum. Maalesef, lisede çok başarılı bir öğrenci değildim, ama temel bilimlere ayrı bir ilgim vardı her zaman – ortaokul yıllarından başlayarak-. Özellikle kimya ve biyoloji ilgimi çeken en başlıca konulardı diyebilirim. Bu alanlara ilgim genel olarak belirli hastalıkların, ya da çevremizde olan olayların nasıl olduğunu anlamak ile ilgiliydi. Bu konular üzerinde basit araştırmalar yapmak, değişik kaynakları okumak, kütüphanede saatler geçirmek her zaman ilgimi çekiyordu. Ama en önemlisi bir soru üzerinde uzun süreli düşünmek ve araştırma yapıp bir sonuca ulaşmak ve onu neden-sonuç döngüsü içerisinde açıklayabilmek bana her zaman değişik bir his vermiştir diyebilirim.  Lise yıllarında bir çok arkadaşım günde beş yüzer biner test sorusu çözerken ben aslında zamanımın çoğunu, o zaman bana çok da yararı olmadığını düşündüğüm konularda araştırmalar yaparak, değişik kitaplar okuyarak geçirirdim. Yani kısacası  bu düşünce yapısı, ilgi ve merak beni İYTE Kimya ile buluşturdu diyebilirim.

Size göre İYTE’nin avantajları nelerdir?

İYTE benim bulunduğum dönemde akademik çalışmalar yapmak için çok ideal bir yerdi. Özellikle genç, hırslı ve dinamik akademisyen ve araştırma görevlisi kadrosunun olması bizlerin eğitiminde çok büyük rol oynamıştır. Kontenjanların o dönem çok az olması, bizlere birçok konuyu hocalarımızla birebir konuşarak, tartışarak öğrenme firsatı vermiştir diyebilirim. Bir de eğitim dilinin İngilizce olması, her ne kadar öğrenme de bir takım zorluklar getirse de, bence bizleri daha dışa dönük, dünyayı anlayabilen birer araştırmacı olarak yetiştirdiğini düşünüyorum.

İYTE’de Yüksek Lisans eğitiminizi tamamladıktan sonra kariyeriniz için nasıl bir yol izlediniz?

Yüksek lisansıımı tamamladıktan sonra sonra hedefim doktoraya devam etmekti kesinlikle ama aklımda hangi konuda uzmanlaşmak istediğim yönünde tam bir fikir oluşmamıştı henüz. Genel olarak amacım biraz daha disiplinler arası bir konuya yönelmek ve yeni şeyler öğrenmekti. Bu arada yüksek lisans sonrası, Singapur´da Nanyang Teknik Üniversitesinde (NTU) yaz suresince araştırmacı olarak bulunma firsatım oldu. Orada ilk kez, daha önce çalıştığım organik kimya, polimer kimyasından farklı olarak plasmonik biyosensörler üzerinde çalıştım. NTU´ da yaptığım çalışmalar aslında benim kariyerimi şekillendiren çalışmalar oldu diyebilirim. O yaz sonu ülkeme döndüğümde  artık hangi konuda uzmanlaşmak istediğimi anlamıştım ve doktora için çeşitli pozisyonlara başvurmaya başladım. Kısa süre içinde Avusturya´dan, Almanya´dan Singapur´dan ve İsveç´ten olumlu dönüşler aldım. Bunların arasından en ilgimi çeken yer İsveç oldu ve Nisan 2012 itibarıyla Linköping Üniversitesinde biyoelektronik alanında doktora çalışmalarına başladım. Doktora çalışmalarım sırasında programlanabilir biyoelektronik yüzeyler ve iki boyutlu malzemelerin biyosensör uygulamalarında uzmanlaştım.

Doktora sonrası, Avrupa’nın en büyük ve prestijli bilimsel çalışmaları destekleyen kurumlarından olan ve gelecek vadeden bilim insanlarını destekleyen Wallenberg Vakfı tarafından, yürütücüsü olduğum projeleri gerçekleştirmek üzere Amerika Birleşik Devletlerine gittim. Amerika´da Stanford Üniversitesinde çalışmalarıma başladım. Burada giyilebilir biyoelektronik cihazlar üzerinde yaklaşık olarak 3 yıl çalıştım.

Stanford sonrası, geliştirdiğim giyilebilir elektronik cihazların tıbbi uygulamalarını hayata geçirebilmek için 2019 yılında İsveç’ in ve Avrupa’nın en iyi tıp fakültelerinden biri olan ve aynı zamanda Nobel tıp ödüllerine de ev sahipliği yapan Karolinska Enstitüsünde çalışmalarıma başladım. Yakın zamanda da Karolinska Enstitüsü tarafından olağanüstü bilimsel değerlere ve gelecek potansiyeline sahip önde gelen genç araştırmacılarından biri olarak seçildim ve 2021 itibariyle de yardımcı doçent olarak kendi laboratuvarımı ve çalışma grubumu kurmuş bulunmaktayım. Kısaca, İYTE sonrası 10 yıllık serüvenim bu şekilde.

Portekiz ile ortaklaşa yürüteceğiniz disiplinler arası epilepsi projeniz, 56 proje arasından seçilerek EIC tarafından desteklenme başarısı gösterdi. Biraz projenizden bahsedebilir misiniz?

Projemiz aslında beş farklı ülkeden bir çok katılımcıyı barındıran bir konsorsiyum projesi. Genel amacımız benim de uzmanı olduğum konuların başında gelen giyilebilir elektronik cihazlar ile epilepsi hastalarının fizyolojik olarak uzun sureli takibi ve bu takip sonucu epileptik nöbetlerin önceden tespiti üzerine. Dediğim gibi projenin bir çok yönü var. Örneğin Danimarka Epilepsi merkezinden bir grup epilepsi hastalarından örnek topluyor ve bu örnekler Portekiz´de analiz ediliyor. Daha sonra benim çalışma grubum toplanan örnekler üzerinde çalışıp uygun biyomarker’ları tespit ediyor ve tespit edilen bu biyomarkerlar için deri üzerinden örnek toplayabilen biyosensörler geliştiriyor. Daha sonra geliştirdiğimiz sensörlerden elde edilen veriler, makine öğrenmesi yöntemi ile analiz edilip epilepsi nöbetleri henüz olmadan herhangi bir tahmin yapılabilir mi yapılamaz mı onun için detaylı olarak yine başka bir grup tarafından işleniyor. Kısaca konsept bu şekilde.

 

Başarılarınızda İYTE’de aldığınız eğitimin nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?

Kesinlikle. İYTE benim bilimsel çalışmalarıma en büyük katkısı olan yerlerin başında geliyor. Ben bilimsel düşünmeyi, deneysel çalışmaları ve deneysel çalışmaların nasıl sunulması, aktarılması gerektiğini İYTE´de öğrendim. Tüm bunlar aslında bilimsel çalışmaların temelini oluşturan öğeler. O yüzden İYTE´nin bendeki yeri çok özel ve ayrıcalıklıdır.

Gelecek planlarınız/projeleriniz neler? Hayalini kurduğunuz bir proje var mı?

Tabii ki. Daha yeni başladım diyebilirim. Yaklaşık bir yıl önce kurduğum çalışma grubumda daha şimdiden bir çok heyecan verici, ufuk açıcı projeye başladık. Önümüzdeki aylarda bunları paylaşma şansımız olacaktır diye umuyorum. Hayalini kurduğum bir çok proje var aslında. Yaptığımız işin en güzel yanı da bu bence. Hayal ediyoruz ve kurduğumuz araştırma grubuyla, değişik birlikteliklerle ve desteklerle bunları gerçekleştiriyoruz. Bu projelerden biri yakın zamanda kabul edilen epilepsi projemizdi. Bu proje, 2016-2017 yıllarında elde ettiğim bilimsel çalışmalarımın bir sonucuydu aslında. Bugün de üzerinde çalışmaya başladığımız bir çok farklı konu var.  Kimisi yine uygulamalı bilimler alanında hastalık teşhisleri için geliştirdiğimiz yöntemlere dayanıyor. Kimisi de yine daha temel hastalık mekanizmalarını anlamak üzerine. Umarım bunları da yakın zamanda paylaşma şansımız olur.

Başarılı bir kariyer için İYTE öğrencilerine tavsiyeleriniz nelerdir? Özellikle Fen Bilimleri eğitimi alan öğrencilerimize nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz?

Özellikle Kimya ve Moleküler Biyoloji ve Genetik öğrencileri için temel şart bence laboratuvar tecrübesi ve öğrenilen cihazlar/metotlar. Bir konuda uzmanlaşmanın akademik çalışmalar için en önemli şart olduğunu düşünüyorum. O yüzden ilk tavsiyem kesinlikle zamanlarının çoğunu laboratuvarda geçirsinler ve etraflarında yapılan tüm çalışmaları öğrenmeye çalışsınlar.

Bu teknik kazanımların yanı sıra kritik düşünmeyi öğrenmek ve geliştirmek bilimsel çalışmalarda ilerlemek için çok önemli. Kritik düşünceden kastım, yaptıkları çalışmaların derinlemesine analiz edilmesi, karşılaştırılması, çürütülmeye çalışılması  ve net bir şekilde sunulmaları üzerine düşünmeleri. Yalnızca ezber bilgi, başarılı bir bilim insani olmak için yeterli değil. Bu da tabii ki bol bol okumakla gerçekleşebilecek bir şey. O yüzden tavsiyem yalnızca kendi alanlarında yazılan bilimsel kitapları, dergileri değil başka alanlardaki kaynakları da ve hatta zaman buldukça edebi metinleri de sürekli takip etsinler.

Tabii  bir de İngilizceyi çok iyi öğrenmeleri gerekiyor, dünyayı takip edebilmeleri için.

Eklemek  istediğiniz bir konu var mı?

 Teşekkür ederim.

Zaman ayırdığınız için biz teşekkür ederiz.